Uzunca bir süredir özel sohbetlerde yeri geldiğinde dile getirdiğim bir tezim var, şöyle; “Türkiye’de çok uzun yıllar etkili siyasi partilerin başında ve ülke yünetiminde Ege’li siyasetçi göremeyeceğiz!”. Evet, bu benim yaklaşık on beş senedir dile getirdiğim ve savunduğum bir tez. Peki dayanağım ne? Niçin bu tezi savunuyorum? Kısaca anlatmaya çalışacağım.
Efendim, bilindiği gibi Osmanlı Türkiyesinin modernleşme hikayesi Batı ve bilhassa Rumeli şehirlerinde başladı. Anadolu şehirlerinde doğru dürüst okuma yazma bilen yokken, Rumeli şehirlerinde ortaokul, lise, askeri okullar, teknik okullar vardı ve buralardan mezun olan çocuklar da, elbette devlet idaresinde görev alıyorlardı. Dolayısıyla, devlet ve siyaset kadrolarının kahir ekseriyeti Rumeli’de yaşayan Türk ailelerin çocuklarından oluşuyordu.
Dikkat ederseniz, Yeni Osmanlı, Jön Türkler, İttihat Terakki ve Cumhuriyet kuşağı olarak tanımlanan nesiller de ağırlıklı olarak Balkan, Rumeli ve Makedonya bölgesinde doğan çocukların tarihi misyonları üzerinden şekillenmiştir. Örneğin 1880’li yıllarda doğan çocuklar büyüdüklerinde İttihatçılar ve bir adım sonra da Kemalistler/Cumhuriyetçiler olarak yol aldılar ve 1908-1950 arası bu ülkeyi aralıksız yönettiler; meşrutiyeti ilan eden, Cihan harbinin bütün cephelerini yöneten, milli mücadeleyi örgütleyen ve Cumhuriyet’i kuran kuşak bunlardır ve pek çoğu Rumeli’de doğmuş çocuklardır.
Ve elbette her şey gibi Anadolu’nun sosyolojisi, eğitim serüveni ve kültürü de değişim geçirdi zaman içerisinde. Sultan Abdülhamit döneminde başlatılan eğitim seferberliği, hız kesmeden Cumhuriyet döneminde de yoluna devam etti. Anadolu’nun pek çok şehrinde, kasabalarında ve köylerinde modern okullar açıldı. 1960’lara geldiğimizde, devletin, bürokrasinin ve siyasetin üst basamaklarında değilse de, alt ve orta basamaklarında artık Anadolu’da doğmuş çocuklar yer almaya başlıyorlardı. Anadolu’nun ortasından ve doğusundan gelen bu yeni nesillerin pek doğal olarak hayata bakışı, yaklaşımı, devlet kavrayışı ve siyaset yapma tarzı farklı olacaktı, 1970’li yıllar biraz da Anadolu’dan gelen gençlerin Türkiye siyasetine nüfuz etme çabası olarak da okunmalıdır.
Ve 1980’lere ve 90’lara geldiğimizde Anadolu şehirlerinde, köylerinde ve kasabalarında doğmuş çocuklar artık gözle görünür bir şekilde sistemin merkezine doğru ilerliyorlardı. Düne kadar İzmir’de, Trakya’da, İstanbul’da, Ege kıyılarında doğan çocuklar sistemi kontrol edip yönlendirmekteyken, bu yıllarda Konya’da, Kayseri’de, Diyarbakır’da, Trabzon’da, Erzurum’da, Malatya’da doğan çocuklar merkeze yerleşiyordu. Bu tablo, sosyolojik açıdan bakıldığında, büyük çaplı bir değişime ve dönüşüme işaret ediyordu aslında. Evet, merkeze yerleşen yeni kuşağın “yoğurt yiyişi” önceki kuşaklara hiç benzemiyordu.
Giyimi, kuşamı, dünyaya bakışı, inancı, yaşam biçimi, gündelik hayatı… her şeyi çok farklıydı. İzmir’de doğmuş bir çocuk ile Kayseri’de, Malatya’da, Eruzrum’da, Adıyaman’da doğmuş bir çocuk, farklı iki gezegenden gelmiş iki canlı türünü andırıyordu 80’lı yıllarda. Ama tarihi hakikat gösteriyordu ki, yeni bir çağ başlıyordu ve artık bu ülkenin kaderini Anadolu’da ve Karadeniz’de doğan çocuklar yönlendireceklerdi bundan böyle. Yani bütün Osmanlı tarihi boyunca yaşanan Rumeli Beylerbeyliği ile Anadolu Beylerbeyliği kavgasında ve beş yüz yıl sonra nihayet Anadolu kavgadan galip çıkmış ya da sıra Anadolu’ya gelmiş görünüyordu. Nereden baksanız büyük bir olay, büyük bir dönüşümdür.
Dikkat ederseniz burada bu büyük tarihsel dönüşümün hayrını şerrini konuşmuyorum, bu çok başka bir mevzudur çünkü, gerekirse bunları da konuşuruz elbette. Ama bu yazının konusu çok başkadır. Ve işte ben de yukarıda kısaca özetlediğim tarihi/sosyolojik verilerden hareketle, artık bu ülkenin kaderine hükmetme zamanının Anadolu’ya, Doğu’ya ve Karadeniz’e geldiğini düşünüyordum ve bu tezi savunuyordum.
Hâlâ böyle düşünüyorum ve hâlâ tezimin arkasındayım. Peki bu büyük dönüşüm Türkiye’nin ve Anadolu’nun hayrına mı olmuştur? Bu soru da anlamlı ve esaslı bir “kazık” sualdir, elbette başka bir yazıda bunu da tartışırız.